Sabah alarmla uyanıyorum. Sabahın körü diyebileceğimiz saatlerde hem de. Yataktan zar zor kalktıktan sonra tuvalete gidiyorum gözüm kapalı. Orta sehpaya ayağımı çarpmadan çıkamıyorum şu odadan. Çişimi yapıyorum, sonrasında el, yüz temizliği sayılabilecek ama aslında kendime gelmek için yüzüme su vuruyorum. Odaya geçip bilgisayarı açıyorum. Erkan Oğur türkülerinden oluşan bir playlistim var, açıyorum ve sanki adamın sesini duyar duymaz huzura eriyorum. Traş olmaktan yanaklarım tahriş olmuş vaziyette. Her defasında da boğazımda bir yara açmadan yapamıyorum. Traş olmayı beceremediğimden değil sanki böyle yaparak kendimi cezalandırıyorum. Köpük kalmış yüzümü yıkamadan banyoya giriyorum. 5 dakika suyun altında kaldıktan sonra çıkıyorum. Kurulan, saçını kurut derken giyinme zamanım gelmiş oluyor zaten. Üstümü giyindikten sonra kapımı kilitleyip evden çıkıyorum. Servis beni bekliyor oluyor. Her zaman ki karşılama; "günaydın komutanım." Günaydın kardeşim. Bir gün askere bana günaydın diyen ilk insan olduğunu söylemek istiyorum. Zira ne telefonumda ne de bizi asosyal yapan sosyal ağlarda bir günaydın mesajı bulamıyorum. Zaten yalnız yaşıyorum. Yalnızım, bayağıdır üstüme sinmiş kokusuyla yalnızlığın yaşamaya çalışıyorum.
Komutanlığa geliyoruz ve mesai başlıyor. Sabah brifingi. Günlük konuşmalar. Sonrasında uçuş planı doldurma. Bu kadar, başka yapmam gereken hiçbir şey yok. Bu durumdan şikayetçi değilim. Aksine memnunum. Ben hayatımdan memnun değilim, hayattan tiksinmiş durumdayım.
Ölüm alıp götürsün beni.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder