12 Nisan 2014 Cumartesi

Yol.

Küçükken okula servis ile giderdim. Büyüdüm ve liseye başladığımda uzun uzun yürümeye başladım. Artık okula yürüyerek gidiyordum. Hem de ilkokulumdan 3 kat daha büyük bir mesafede olmasına rağmen. Yaklaşık 35 dakikada okula varıyordum. Her sabah aynı saatte evden çıkıyor, aynı saatte okula varıyordum. Geçtiğim sokaklar aynıydı. Ara sıra evin birinin önünden gazete çalardım ve yürüye yürüye gazetemi okuyarak okula varırdım. Sonradan aynı mahallede oturduğum bir çocukla arkadaş oldum. Beraber gidip gelmeye başladık. Yol boyunca muhabbet ederdik. Sonra lise bitti ben dershaneye başladım. Bu sefer dershaneye yürümeye başladım. Yine tek başıma kalmıştım. Bu sefer aynı güzergahı paylaşabileceğim bir arkadaşım yoktu. O aralar sigaraya başladım işte. Yol boyunca üç sigara içeniliyordum. Yürürken sıkılıyordum ve bir sigara yakıyordum. Bazen dershaneye yaklaştığımda sigaram bitmemiş oluyordu. Yolu uzatmakta buldum çareyi. Küçükken okulla ev arasındaki mesafe kısa olmasına rağmen bana çok büyük geliyordu. Büyüdükçe mesafeler arttıkça bana kısa gelmeye başlamıştı. Sigaraya başlamıştım, insanlarla anlaşamıyordum. Kendime yürünecek yeni yollar bulmuştum. Kiminde ıslanmış, kiminde susuz kalmıştım. Yollar bana sabretmeyi öğretti. Her yolun sonu bir yere varıyordu ve ben sabrettikçe bir yere varacağımı biliyordum. Şu an buradayım ve kendimce çizdiğim bir yolda ilerliyorum. Çok uzun bir yol bu, yıllarımı feda ettiğimbir yol. Eminim bir yere varacağım, beni bekleyenin yanına.

4 Nisan 2014 Cuma

Huzurdan bahsederdin bana en büyük huzursuzluğum olacağını bilmeden. Burası sıcak içim üşüyor benim. İçimi ancak 1 bardak çay ısıtır oldu yokluğunda bu aralar. Özlem duygusunu daha önce hiç bu kadar derin hissetmedim ben kadın. Bir uyuşturucu bağımlısı gibiyim yokluğunda. Tedavi görmezsem öleceğim. Aslında en büyük tedavi yöntemi yazmak benim için ama geçmiyor, bitmiyor bu amına koduğum özlemi. Gitme, kal artık.

3 Nisan 2014 Perşembe

Neredeyim ben?

Sabah alarmla uyanıyorum. Sabahın körü diyebileceğimiz saatlerde hem de. Yataktan zar zor kalktıktan sonra tuvalete gidiyorum gözüm kapalı. Orta sehpaya ayağımı çarpmadan çıkamıyorum şu odadan. Çişimi yapıyorum, sonrasında el, yüz temizliği sayılabilecek ama aslında kendime gelmek için yüzüme su vuruyorum. Odaya geçip bilgisayarı açıyorum. Erkan Oğur türkülerinden oluşan bir playlistim var, açıyorum ve sanki adamın sesini duyar duymaz huzura eriyorum. Traş olmaktan yanaklarım tahriş olmuş vaziyette. Her defasında da boğazımda bir yara açmadan yapamıyorum. Traş olmayı beceremediğimden değil sanki böyle yaparak kendimi cezalandırıyorum. Köpük kalmış yüzümü yıkamadan banyoya giriyorum. 5 dakika suyun altında kaldıktan sonra çıkıyorum. Kurulan, saçını kurut derken giyinme zamanım gelmiş oluyor zaten. Üstümü giyindikten sonra kapımı kilitleyip evden çıkıyorum. Servis beni bekliyor oluyor. Her zaman ki karşılama; "günaydın komutanım." Günaydın kardeşim. Bir gün askere bana günaydın diyen ilk insan olduğunu söylemek istiyorum. Zira ne telefonumda ne de bizi asosyal yapan sosyal ağlarda bir günaydın mesajı bulamıyorum. Zaten yalnız yaşıyorum. Yalnızım, bayağıdır üstüme sinmiş kokusuyla yalnızlığın yaşamaya çalışıyorum. 

Komutanlığa geliyoruz ve mesai başlıyor. Sabah brifingi. Günlük konuşmalar. Sonrasında uçuş planı doldurma. Bu kadar, başka yapmam gereken hiçbir şey yok. Bu durumdan şikayetçi değilim. Aksine memnunum. Ben hayatımdan memnun değilim, hayattan tiksinmiş durumdayım.

Ölüm alıp götürsün beni. 

13 Eylül 2013 Cuma

Birgün Ali Efendi dayı çağırıyor dediler, bizim pederle silah arkadaşı. Beni de tanır, sever yani sizden iyi olmasın. Kızı Türkan acele Ankara’ya gidecekmiş bu imtihan davasına. Türkan dediğimi de çocukken tanırım yani. Bak hele dedim ya ne çabuk geçiyor zaman. Sana emanet dedi Ali Efendi dayı. Ya lafı mı olur emanet kız tabi ya. Lan bir de baktım Türkan. Abi ay parçası gibi. Yani nutkum tutuldu böyle. Hani heykel olmuşum heykel. Ev eşyası gibi kalmışım. Kız yahu sen bu kadardın dedik demedik atladık arabaya. İki laf ettik, baktım ağzından bal akıyor. Yav yok böyle şey be. Hani o yolları, o Bolu dağlarını geçtik mi uçtuk mu? Nah nimete kör bakayım hatırlamıyorum hah. Yav beş saatte gelmişim Ankara’ya diyorum. Sonra kız emanet ya, gece attım iskemleyi kapısının önüne.İki paket de cigara, sabaha kadar oturduk. Ertesi gün verdi imtihanı, atladı arabaya. Yav kız değil afet be. Hani giderken uçuyorduk ya abi. Dönüşte kaplumbağa. Böyle 30-40 kilometre tutuyorum. Niye diye sordu birkaç defa. Bozuk mozuk dedik, yersen tabi. Yol bitecek diye ölüyorum abi. Sonra bitti o yollar iyi mi? Kasımpaşa’ya geldik, elimi sıktı gene görüşelim dedi. Teşekkür ederim senin kadar tatlı, iyi bir insan görmedim dedi. Böyle içimden bir şeyler aktı, kalbime oturdu kurşun gibi. Sonra elini salladı, Allah kahretsin yani erkeklik olmasa ağlayacağım be. 3-5 gün gelemedim kendime. Ya buram yanıyor abi nah buram. Direksiyon, yol, taş, viraj. Yav trafik memurunu Türkan görüyorum iyi mi? Sebebsiz yere doluyor gözlerim. Ne yemek ne içmek, durup dururken bir ağlama. Özlüyorum be. "Ne oluyorsun?" dedi Ekrem. Hiç dedim ama ısrar etse de anlatsam diye içim gidiyor. Sonra baktım üstelemedi, ben kendiliğimden döküldüm. Yani ihtiyaç abi anlarsın. "Bana bak." dedi Ekrem. "Sen kim o kim? Babasının yanında yirmi tane Osman çalışıyor." dedi. "Kapısının önünde on kişi nöbette." dedi. Ben de onbirinci olurum dedim, yattım nöbete iyi mi? Evden adımını atıyor atmıyor dışarı, şaaaaak açıyorum arabanın kapısını. Önce ıh mıh etti ama sonrasında alıştı hah. Beni görür görmez yani böyle ışık ışık parlıyor gözleri. Abi öl desin öleyim ya anlatılmaz ki ya anlatılmaz ki. Efendilik, güzellik, nezaket, alçak gönüllülük. Ya kağıt helvası yiyiyor abi. Var mı böyle bir şey be. Ne istersen onda hah. Ali Efendi dayıya bahsetmiş benden bir gün. Babam seninle görüşmek istiyor dedi. Böyle kalbim ayağımın dibine yuvarlandı, ölüyorum zannettim. İster misin dedim. Hani olacak şey değil ama. Ne demişler; “Ümit fakirin ekmeği, ye Mehmet ye.” Böyle çarpa çarpa ettik sabaha. Şak damladım oraya. Ondan sonracığıma böyle baktı baktı. Sonra çıkardı otuz bin lira attı önüme. “Araba al kendine.” dedi. “Yavaş yavaş ödersin bana emi.” Yav ben onun arabasında değilim. Kapıldım mı bir ümide. Beni beğendi diyorum Allah’ım. Yani bir ara kapansam ayağına. Ölüyorum desem ölüyorum Türkan’a be. Yav acıyın bana bütün ömrümü desem. Onu mesut etmekle, çalışmakla, sevmekle desem. Yani böyle Allah be! 
"Hadi be!" dedi Ekrem. "Bakalım kız seni ister mi?" Ama ben kafama koydum açılacağım kıza. Geçtim aynanın önüne abi, saatlerce talim ediyorum. Bütün fiyakalı lafları yazmışım romanlardan. Hani Nerime Kadir, Mahmut Mesat Bozkurt. Hepsini ezberlemişim. Tam gidicem geldi mi askerden bir celp. Ne o bilmem kırkbeş günlük tekamül kursu varmış. Kurs takar mı aşkı maşkı. Hadi ben ceyt askeriyeye. Arabayı bıraktım Ekrem’e, oğlum göz kulak ol şuna dedim ama tam aldım bavulu Ali Efendi çağırıyor diye haber geldi. Tabi ben e ne yapayım, çaresiz Ekrem’i götürdüm. Kardeşimdir dedim, ben ne isem o da odur dedim. Namusludur dedim. Ee tabi biz böyle vasiyet edince yani kardeşim falan deyince akan sular durdu tabi. Fakat abi asker ocağında vakit nasıl geçti, ne oldu bilmiyorum. Hatırlarsam ölümü öpeyim yani yaşıyor muyum yaşamıyor muyum, ne oluyor ne bitiyor bilmiyorum abi. Sonra bir üst teğmenimiz vardı, yani sizden iyi olmasın erkek mi erkek yani. Bir gün böyle dalıp gitmişim elimde de Türkan’ın resmi. Üstteğmen geldi, resmi aldı elimden. Böyle baktı baktı. Surat falan bir tuhaf oldu çocuk. Böyle durdu durdu, sonra dedi ki bana; “Oğlum” dedi “Erkek adam ağlar mı be ağlar mı erkek adam.” Ben de tabi üstteğmenim dedim. Ağlar da sızlarda bu ne davadır bilirsin dedim. Tabi o çocuk da bir kalp taşıyor yani. Resmi verdi, kendi gitti benim askerlik de bitti zaten. Tak ben hemen kahveye. Merhaba, Ekrem nerde filan dedim. Herkes kendi dalgasında. Yav Ekrem, yoksa dedim arabaya mı bir şey oldu? Yoksa Ekrem’e mi bir şey oldu? “Valla bir şey yok abi.” dediler. Yani uğramaz oldu dedi kahveci iyi mi? Baktım pis Ferudun kıs kıs gülüyor. “Ulan sen herşeyi biliyorsun!” dedim yakıştım yakasına. Arkadan birisi dur dedi elime bir davetiye sıkıştırdı. "Oğlumuz Ekrem Gürbüz ile kızımız Türkan Selman’ın bilmem ne tarihinde Kasımpaşa düğün-aile salonunda nişan. Nişan? Birden buğulandı etrafım, hiçbir şey göremez oldum. Sesler, şekiller karıştı. Su serpmişler suratıma. Böyle kahvecinin otomobilin anahtarını uzattığını gördüm "Ekrem bırakıp gitti" dedi. Hiçbir şey söylemedi mi dedim. Söylememiş, sadece çekmiş gitmiş. 

26 Temmuz 2013 Cuma

İstediğim bölüm gelmedi diye üzülmeyin. Bir dinleyin.

  • Girdiğiniz bölümde yüksek not ortalaması yapıp çift ana dal ya da yan dal programlarına başvurup istediğiniz bölümü ilk tercih ettiğiniz bölümle birlikte aynı anda okuyabilirsiniz. 
  • Bu sizi üniversite yaşamınızda biraz zorlar ama değer.
  • Ayrıca buradan çift ana dal ve yan dal hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. 

Yazasım vardı, yazdım!

Bu direnişin en hararetli olduğu zamanlar ben de yumurtalık sıkışması oldu. İlk başlarda bir şey yoktu ama sonradan fena ağrı yapmaya başladı. Şimdi kol, bacak olsa o ağrıya katlanırım ki katlanılmayacak bir ağrı da değil benimkisi ama iş genital bölge olunca değişiyor bir erkek için. Belim falan ağrımaya başladı ne alakaysa. 
Osmangazi Tıp Fakültesi hastanesine gittim, acile. Dedim benim belim ağrıyor 2-3 saattir. Yumurtalık sıkışması var diyemedim kaydı yapan kadına. Niye utanıyorsam. Neyse kaydımı yaptılar.
İlk önce asistanın biri geldi neyin var vs. sordu. Belimde ağrı bir de kaydı yapan hanıma söyleyemedim ama yumurtalık sıkışması var dedim. Eleman kahkaha atacak gibi oldu. Sonra görebilir miyim dedi. Orada indirdim bir pantolonu. Haklı, ben bile gülüyorum şimdi o halime. Sonra hemşire geldi o da neyin var diye sordu söyledim işte belde ağrı, baş dönmesi, gözlerde kararma. Kadın “Bir de yumurtalık sıkışması varmış değil mi?" diye sordu lafım bitmeden. Asistan elemana lan dedim ne ara yaydın göt. Masumca “evet" dedim. Sonra doktor geldi. Belime bastırdı acıyor mu diye ama öyle bir bastırdı ki adam acımayacak olsa bile acır, o derece. Sonra yumurtalık sıkışmasının nasıl olduğunu sordu, anlattım böyle böyle oldu diye. Göstermemi istedi, gösterdim. Avuçladı adam bildiğin. Bu da acıyor mu demeye başladı. Ağlayacak gibi oldum, tuttum kendimi. Acıdan değil, başka sebep.
Sonra idrar örneği istediler. Bir tane bardak verdi tatlı bir asistanın biri, az bir şey işedim verdim. Abartmadım tabi. Beni ayrı bir odaya aldılar. Bu sefer başka bir hemşire geldi serum bağladı. Helal olsun kadına ki damarı tek seferde tutturdu. Biraz kan aktı ama normal yıllardır kan çıkmayan benim için. Neyse o gitti bu sefer başka bir eleman geldi. Yumurtalık sıkışmasını sordu, nasıl oldu dedi, anlattım. O da görmek istedi. Orada her şeyi bırakıp kaçasım geldi. Sanki tüm hastane penisimi ve yumurtalıklarımı görmek için sıraya girmiş gibi hissettim. Yapamadım, yine açtım. Bir sağı yokladı, bir de solu. Evet ezilme var dedi. Ben odanın duvarlarındaki en küçük çatlaklara kadar incelemekle meşgulüm bu arada. Neyse halletti işini eleman. Çıktı gitti. Taktıkları ağrı kesici ilaç serumu da bitti. Hemşire geldi, çıkardı serumu. Dışarı gelmemi söyledi. Neyse benimle ilgilenen doktorun yanına gittim. İlaç yazdı bu bana.
O zamanlar dedim ya direniş zamanı ben çadırda yatıp kalkıyorum. Soğuktan ve çadırda yatıp kalkmaktan idrar yolları enfeksiyonu kapmışım. İki tane ağrı kesici, bir de yumurtalık sıkışması için kas gevşetici yazmış reçeteye. Gittim aldım o gece nöbetçi eczaneden.
Tabi ben durur muyum ertesi sabah üroloji bölümünden randevu aldım öğlene doğru. Gittim, anlattım doktora derdimi, nasıl meydana geldiğini. Aç bakalım dedi. Adam çok rahat ama alışkın böyle durumlara sorun ben değilim. Yine gösterdik çükü, yumurtalıkları. Baktı baktı ciddi bir sorun olabilir dedi. Lan ben nasıl tırsıyorum, hayatımda üç buçuk attığım nadir anlardandır. Tomografiden acil randevu aldı adam insiyatifini kullanarak. Gittim hemen içeri aldılar. Kadının biri yeşil etek gibi bir şey verdi, soyun bunu giy dedi. Allah kahretsin yine soyundum! Neyse adam geldi, kaygan bir şey sürdü yumurtalıklara sonra tomografi aletini gezdirmeye başladı kaygan şeyin üstünde. Bir garibim ben yine. 10-15 dakika kaldım içerde, belki daha fazla. Çıktık sonra neyse tomografiden. Adam yarım saate doktorunda olur sonuçlar, onun yanına git dedi. Yarım saat geçti, gittim. Bu arada bahsetmedim yanımda Levent var, en iyi arkadaşım, dostum, kardeşim. Bolca dalga geçiyoruz bu konuda. Kendisi de geçen sene ameliyat oldu yumurtalıklardan. 
Doktorun yanındayız işte, adamın ağzından o beni rahatlatıcı cümle çıktı. “Korktuğum gibi değilmiş." Ohh dedim. Sonra adam işte açıklama yaptı, ben yumurtalık dönmesinden şüpheleniyordum ama değilmiş, gayet sağlam ama ezilme var dedi. Bir tane ağrı kesici yazdı reçeteye. 
O iki gün bayağı bayağı komedi-drama film havasında geçti benim için. 2 hafta sonra denedim, gayet sağlıklı durumda şu an yumurtalıklar. Rahatım.

7 Şubat 2013 Perşembe


Televizyonda uzun zamandır reklamı dönüyor görmüşsünüzdür. Şamil Şener adlı bir abimiz ineklerini satıp köye okul yaptırmış çocukları için. Bu adamın ne kadar büyük bir fedakarlık yaptığının farkında olmayanları gördüğüm ve inekleri çok sevdiğim için yazma gereği hissettim. Köyde yaşamış veya o hayatı görmüş insanlar bilir ineklerin sadece süt üreten bir hayvan değil aynı zamanda çok iyi bir dost olduğunu. Bakmayın uzaktan öyle aslında çok akıllı hayvanlardır. Ben köyde doğmuşum. Küçükken de yaz aylarında 1-2 haftalığına giderdik köye, anneannemin yanına. Onun inekleri vardı iki tane. Onları beslerken izlerdim sürekli anneannemi. Aralarında öyle bir bağ vardı ki sanki candan öte can dostuydu anneannem için bu inekler. Hele dedem öldükten sonra. İnekler güzel hayvanlar. Biraz araştırma yaparken Ataol Behramoğlu'nun inekler için yazdığı şiiri buldum. Ne güzel adamsın sen.


"O kadar çok inek gördüm ki hayatımda
Onlara bir şiir adamam gerek
İnekler,yayılmış yatarlar çayırlarda
İnekler,sonsuzca otlayıp düşünerek

İnek gözlü desem bir kadına
Hakaret sayar bunu,gücenir
Oysa o mahzun bakışlı gözleri ineklerin
O iri gözleri nasıl da güzeldir

Akşamüstü otlaktan dönüşleri
Bir başkadır öteki hayvanlardan
Ne kargaşa,ne şamata,ne çıngırak sesi
Belki derin bir "mo" kimi zaman...

Sonsuz değişmezliğin simgesidir onlar
Ve yüce bir ağırbaşlılığın
İneklere armağan olsun bu şiir
Güvencesine durağanlığın."

 Ataol Behramoğlu

6 Şubat 2013 Çarşamba


“Şiirlerle birlikte bir kenti de böyle  arkamda bıraktım ve kimsenin beni tanımadığı, benim kimseyi tanımadığım bu büyük şehre ayak bastım. Bana ne düşündüğümü sorduklarında, o’nu diyordum. Ve eklemek istiyordum; O kadar dev, yılmaz, yıkılmaz bir o’ydu ki o, bir zamanlar, sanırım, bana ben kadar yakındı.“

— Murat Uyurkulak

22 Ocak 2013 Salı

Sevişen insanları yadırgayanları da sikmek lazım.



  • Sen aşkı tek atımlık bisküvi sanmışsın.
  • Bir gün haberlerde gece yatmadan önce müzik dinlediği için uykusunda kulaklıkla boğulan gencin haberini görürseniz bilin ki o benim.
  • Daha önce rüyasında müzik dinleyen var mıdır bilemem de nasıl bir duygudur tatmak isterdim.
  • Bazıları da şarkılarla sevgili olur. Bir arkadaş tavsiyesi ya da bir keşfediş ile tanışır onunla. Kullanır, kullanır da eskitir atar bir kenara.
  • Seni bir kere olsun rüyalarımda göremedim ama hayallerimdesin.
  • Mutlu olmak için "Ben daima senin yanındayım" demesi yeterlidir.
  • Farkındayım hayat saçmalamaktan ibaret değil ama bu blogta başkasının özgürlüğünü kısıtlamayacak istediğim herşeyi yazmakta özgürüm.
  • Senin yanına yakışmıyor olabilirim ama benim yanıma en çok sen yakışıyorsun.
  • Kızlar bir erkeğe hediye almak istiyorsanız kendinize siyah jartiyer, kırmızı ruj ve oje alın.

Televizyon denilen bu orospu çocuğunu seyredip sıkıntını dağıtmaya çalıştığında, yalnızca kendini kötü daha da kötü hissediyordun. Bitip tükenmeden birbiri ardına anlamsız yüzler geçiyordu karşından. İçlerinde birkaç tane ünlünün de bulunduğu sonsuz bir aptallar resmi geçidiydi televizyon. Eğlence programları güldürmüyordu, dramalar da dördüncü sınıf şeylerdi.
Charles Bukowski